ÖYKÜ HİKAYE
Yanmayan Mum Naz merdivenlerden ağır ağır çıkarken yorulmuştu. Aslında bugün Naz’ın en mutlu günü olmalıydı. Takvimdeki ay mayıstı. Mayıs ayının bitmesine yedi gün kalmıştı. Bugün Naz’ın doğum günüydü… Güne çok mutlu başlamıştı, güzel hayaller kurarak ancak bu güzel hayallerini çalan bir telefon yarıda bırakmıştı. Eşi aramış ve bu akşam arkadaşlarıyla ava gideceğini söylemişti. Önce inanmadı ama eşi çok ciddiydi. Evliyken kutlayacakları ilk doğum gününde eşi olmayacaktı. Sadece eşi değil ailesi de yoktu bugün. Naz ilk defa bir doğum gününü yalnız kutluyordu. Merdivenlerden çıkarken Naz’ı yoran taşıdığı poşetler değil yalnızlıktı… Kapıyı açarken içi birden sevinçle doldu aklına gelen düşünceden dolayı. Belki de eşim sürpriz yapmıştır erkenden gelip beni bekliyordur diye düşündü. Heyecanla açtı kapıyı içerisi susan bir adam kadar sessizdi. Taştan ses çıksa içerden sesin çıkacağı yoktu. Süratle içeriye gitti bu sessizliği bozmak için yanan mumları görmek ve mutlu olmak için. Oda sessizdi hem de koyu bir karanlığa bürünmüştü. Ne pasta vardı ne yanan mumlar ne de eşi. Aslında Naz’ın tek isteği eşiydi. Kalanını kendisi almıştı. Büyük bir hayal kırıklığıyla mutfağa geçti aldığı pastayı isteksizce koyuverdi masaya. Uzun süre boş boş dışarıyı seyretti. Eşine çok kırılmıştı ilk doğum gününde yalnız bıraktığı için. Hatırlamamıştı. Saat epey geç olmuştu. Uyumak istedi, uyuyamadı… Tekrar mutfağa gitmek için kalktı yerinden, bu doğum gününü tüm acılarıyla ve sevinçleriyle tek başına kutlayacaktı… Masanın üstünde duran boynu bükük pastayı süslüyordu Naz. Pasta küskündü biraz. Benim ne suçum var ki der gibi bakıyordu. Süsledikçe gülümsedi pasta, pasta gülümsedikçe güldü Naz. En son sıra mumlara gelmişti. Küçük bir poşetten 24 tane mum çıkardı. Yaş artık yirmi dörttü… Birinci mumu taktı usulca ve uzun uzun baktı. İlk doğum gününü hatırlamaya çalıştı. Ama hatırlamasına imkân yoktu. Daha sonra ikinci ve üçüncü mumu taktı. Her bir mum takışında o yıllara gidiyordu. Üçüncü mumda üç yaşına dördüncü mumda dört yaşına gidiyordu. Ve yirmi dörde daha çok vardı. Beşinci muma geldiğinde hafızası daha çok şey fısıldamaya başlamıştı Naz’ın kulağına. Birinci mumda susan belleği şimdi susmuyordu. Daha beş yaşında okula başlamasını anlatıyordu. Tüm arkadaşlarının yedi yaşında başladığı okula o beş yaşında başlamıştı. İki yaş küçük olduğu arkadaşlarının arasında çok başarılıydı ama yaşıtları olan arkadaşlarından uzak olmak zordu… Beşinci mumu da takıp yaktıktan sonra sırayla altıncı ve yedinci mumları takmaya devam etti. Her bir mumu yaktıktan sonra o yıllara gidiyordu. Belleğine kazınan hatıraları tekrar hatırlıyordu. Hepside daha dün yaşanmış gibi gözünün önünde canlanıyordu. Yüzü bazen gülüyor bazen soluyordu. Annesinin kendisinin suçsuz yere dövdüğü yıllara üzülürken arkadaşlarıyla yaptığı haylazlıklara gülüyordu içten içe. Bazen de ağlıyordu sessizce. Gözyaşları geçmişi için değil şimdi için akıyordu, ilk defa bir doğum gününde yalnız kalmıştı. Sıra on ikinci muma geldiğinde beyni durdu bir iki dakika gözü karardı. O mumları yakmak o yılları hatırlamak istemiyordu. Ne on ikinci ne on üçüncü nede onun peşinden gelen birkaç mumu takmadı gidip onları çöpe attı. Belki mumları yakmamış onları çöpe atmıştı ama o yılları hafızasından söküp atmasına imkân yoktu. Keşke böyle bir şey mümkün olsaydı. Naz’ın korkudan tüm bendeni titriyordu o yılları hatırladıkça, titremesinden oturduğu sandalye sallanmaya başlamıştı. Yıllar önce evlerinin sallandığı gibi. Sadece evleri değil bütün bir şehir sallanmıştı ve sallanan şehir yerle bir olmuştu. Dün koşup oynadığı sokaklar şimdi üstüne gazete kâğıtları konmuş cesetlerle doluydu. O gazete kâğıtlarının altında sevdikleri vardı ama hepside cansızdı. Dün selam verdikleri bu gün çok uzak diyarlara uçmuştu, bir daha dönmemek üzere. Daha fazla dayanamadı Naz hatırladıklarına, balkona çıktı, bir mayıs gecesinin temiz havasını çekti içine. Gözyaşlarını saklamıyordu artık. Sessizce uzun uzun ağladı. Artık sadece yalnızlığına değil birazda ardında kalan yıllara ağlıyordu. Hayatın koşuşturmasından, işlerin yoğunluğundan uzun süredir aklına düşmüyordu geçen yıllar. Bu gece çok özel olmuştu Naz için. Uzun süredir unuttukları düştü aklına. Merakla tekrar içeri koştu. Geçen yıllarda daha neler yaşadığını hatırlamak için. Hayatın koşuşturmasında neleri unuttuğunu hatırlamak için sildi gözyaşlarını ve tekrar döndü içeri. Bu gece tek sadık dostu pastası bekliyordu sessizce, bu defa kızgın değildi, üzgündü… Nazın gözyaşlarında okumuştu tüm acılarını ve kenarından akan kremalar sıcaktan akmamış o kremalar Naz’ın acıları için pastanın akan gözyaşlarıydı. Naz da sustu pastada, mumlar devam etti konuşmaya… On dokuzuncu muma geçmişti arada kalan yıllara tekrar ağlamamak için ama yağmurdan kaçarken doluya tutulduğundan habersizdi. O yıllar karma karışıktı. Bir yanı acı bir yanı mutluluktu. Üç gün sevincin ardında gözyaşları vardı, her gözyaşının ardında sevinçli günler saklıydı. O yıllarda ne güldüğü belliydi ne ağladığı. O yılların adı ne mutluluktu ne de acı… Adı belli olmayan o yıllar yaşanmıştı ve çok şey kazımıştı hafızasına. On dokuzuncu mumu yakar yakmaz kara bir göz geldi gözlerine. Unutmadığı unutamayacağı bir çift göz belirdi oda da, oda kadar siyah, oda kadar sessiz, dışarıda esen rüzgâr kadar kimsesiz… O gözlerin hayali kulağına bir isim fısıldadı sessizce. Mehmet. Mumlar alevini usulca odaya salarken oda artık siyaha boyanmıştı Odayı Mehmet’in kara gözleri kaplamıştı. Oda artık kapkaraydı. Naz’ın gözleri ıslak, gönlünde gizlemeye çalıştığı bir yas, aklında da yıllarca öğrendiği yasaklar vardı. O yasaklar durdurdu Naz’ın özleyen yüreğini. Özleyemezsin diyordu aklı ve tek bir kelimeyle özetliyordu bunu, YASAK… Naz yine aklını dinlemeye çalıştı yıllar önce yaptığı gibi. Yıllar önce de yüreği kaymıştı, çok güzel hayallere dalmıştı aklı gelip girmişti araya olmaz demişti başka bir şey dememişti. O yıllarda çok büyük savaşlar vermişti, aklı ve gönlü arasında kalmıştı. Bu savaştan yorulup yere düştüğünde kendine uzanan iki elden aklına ait olanı seçmişti. Yoluna aklıyla devam edip gelmişti bu yıllara. Mehmet öyle değildi o hep eğim karışma bana derdi. Özellikle gönül işlerinde aklını hep terslerdi sen bu işlere karışma der gönlü ne isterse onu yapardı. Onun için çıkan onca olumsuzluğa rağmen hiç vazgeçmemişti Naz’dan. Naz her kapıyı çarpıp gitmesine rağmen o sabırla bekleyip, her fırsatta Naz’a koştu. Bir gün olsun sitem etmedi bir gün olsun vazgeçmedi, ta ki bir gün tüm umudunu yitirene kadar. Bir gün gelip ben vazgeçtim demişti. Naz hiç bir şey diyememişti. Diyecek ne sözü vardı ne yüzü. Kaç kere kapıyı çekip gitmişti dönmemek üzere, ilk defa Mehmet gidiyordu ve onun dönmeyeceği belliydi giderken bıraktığı mektuba yazdıklarından. Naz o mektubu o yıllarda yırtıp atmak zorunda kalmıştı ama her bir satırını beynine kazımıştı. Hiçbir kelimesini hiçbir harfini unutmuyordu, o mektup gözlerinin önünden gitmiyordu… En büyük hayalim, tek isteğimdin. Gözlerinden başka göz bilmezdim. Sen yüreğime yazılan nazdın, bu gönle yazılan tek aşktın… Ama ben gidiyorum sevdiğim müsadenle, daha fazla duramam ben bu gönülde. Benim inancım kalmadı ne sana ne de yarınlara. Biz bir arada kalmayı beceremedik, her sorunda ayrılığı seçtik işte en büyük ve tek hatamızı orda yaptık, o ayrılıklar kopardı bizi bizden. Sen her sorunda yapamıyorum dayanamıyorum diyerek çekip gittiğinde ben bin kez öldüm. Hayata küstüm sensizliğe yenildim, sessizliği seçtim ve ben bittim. Her gelişin en büyük bayramımdı ama her gidişinde de zindandı bu dünya bana. Ben senin gelip gitmelerinin arasında tükettim tüm sevgimi. Her gidişinde bin acı bırakıp bana, bir parçamı alıp da gittin yanına. Ben istediğin zaman gelip istediğin zaman gideceğin bir liman olmaktan sıkıldım oysaki kalsaydın sığına bileceğin kocaman bir adaydı benim yüreğim. Her sorunda çekip gitmeseydin biraz sabretseydin şimdi en güzel hayallerimi kalkıp gitmen bölmezdi. Kusura bakma sevdiğim arkada kalmayı beceremedim ve ben kaç kere vazgeçildiğimi unuttum… En son gidişinde demiştin ya “olurda bir gün güvenirsem kendime sonsuza kadar senin olabileceğime işte o gün gelirim” diye. Gelme sevdiğim istemem, gelsen de kabul edemem, düne kadar gözlerinde sevdanın rengini görüyordum şimdi ise uçmak isteyen bir kuşun çırpınışlarını. Ben çok sabrettim, senle olabilmek için her acıya göğüs gerdim ama yeter artık tükendim. Son gidişinle sana olan tüm sevgimi de yarınlarıma olan inancımı da alıp gittin. Şimdi ne seni seven bir yürek kaldı bende ne de seni isteyen bir gönül. Tek isteğim bir daha dönmemen, çünkü dönersen bıraktığın Mehmet’i bulamazsın. Artık o Mehmet’ten sonsuza kadar uzaksın… Evet, sevdiğim gözlerinden başka göz bilmezdi gözlerim, bir tek seni sevdi bu yüreğim, gönlüme yazılan tek aşktın, ama bir gün çekip gittin ve tüm güzellikleri bitirdin, sana duyduğum koca sevdayı her gidişinle yudum yudum tükettin. İstemiyorum, ne seni ne hayalini ne de senli günleri, artık tek isteğim sensizlik… Tüm sevgimi ve seni ardımda bırakıp giderken, dönmeyeceğimi ve dönmeyeceğini bilmek güzel, belki de içimdeki huzur bundan. Unutma ki çok uzaksın artık o seni seven yardan… Naz bu mektubu hatırlamak istemese de unutamıyordu bir türlü. Bu mektuptan biraz daha kaçmak için pastaya takmamıştı yirminci ve ondan sonra gelen birkaç mumu daha. Yirmi üçüncü mumu taktığında siyah oda beyaza boyanmıştı. Odaya artık Mehmet’in kara gözleri değil Naz’ın beyaz gelinliği hâkimdi. Naz evlenmişti o yıllarda, yine aklının sesini dinleyerek. Ailesinin de istediği birine evet demişti. Aşk adına tek bir kıpırtı yoktu gönlünde, gönlü küskündü Naz’a… İyi bir seçim yaptığını düşünüyordu bu sabaha kadar. İyi bir aileden, eli yüzü de düzgün biriydi. Çok da saygılıydı. Naz’a ve ailesine de çok saygı duyardı ama her şey saygı değildi. Eksik bir şeyler vardı. O eksikliğin adı aşktı… İlk zamanlar aklı aşkın önemsiz olduğunu söylüyordu ama şimdi bana âşık olan bir kocam olsaydı bu gün beni yalnız bırakır mıydı sorusuna cevap veremiyordu. Şimdi çok daha iyi anlıyordu sevginin hayattaki önemini. Bunu yıllar önce anlasaydı belki de şimdi yalnız kalmayacaktı. Odayı kaplayan gözlerin hayali değil aslı olacaktı ama şimdi her şey için çok geçti. Olan olmuş giden gitmişti artık zaman geriye dönmezdi. Yalnızlığın ve unutulmanın ne kadar büyük bir acı olduğunu hissetti tüm bedeninde. Bundan sonraki doğum günlerinde de yirmi dördüncü mumu yakmayacaktı. Naz tüm mumları takıp teker teker yaktıktan sonra, tabi arada yakmaya cesaret edemediği birkaç mum dışında bütün yılları hatırlamıştı. Artık geçmişe bakmaya cesareti yoktu, artık geçmişi hatırlamak istemiyordu. Sessizce bekliyordu. Oda da Naz kadar sessizdi. Mumlarda susmuştu. O sessizliği çalan zil bozdu. Saat bayağı geçti ama zil çalmıştı. Naz yerinden heyecanla kalktı kesin eşim gelmiştir diye koştu kapıya. Kapıyı açtığında sessizlik kadar büyük bir boşluk vardı. Yine yanılmıştı eşi yoktu sadece kapının önünde küçük bir hediye paketi duruyordu. Bu paketi alıp içeri girdi Naz. Uzun uzun pakete baktı ne olduğuna kimin gönderdiğine bir anlam veremedi. Daha fazla merakına dayanamayıp açtı paketi. İçinden bir mum çıkmıştı. Güzel süslü tek bir mumdu. Naz o mumu odanın en güzel yerine yerleştirdi. Yakıp sadece onun ışığında oturmak istiyordu. Diğer mumlar çok yormuştu Naz’ı. Ne kadar uğraştıysa yakamadı bir türlü o mumu. Naz çıldırmak üzereydi. Ne yaptıysa yanmamıştı mum. Hatta yakmaya çalışırken parmağını yakmıştı, kendi yanmıştı ama bu inatçı mum bir türlü yanmamıştı. Sinirden deliye dönmüştü, zaten zor bir gece yaşamış sinirleri alt üst olmuştu. Daha fazla dayanamayıp o gelen mumu da acılarını hatırlatan diğer mumlar gibi atmak istedi. Kendisini hatırlayan adını bile bilmediği tek kişiye en büyük vefasızlığı yapacaktı. Hayat işte bu kadar karmaşık dedi mumu tekrar kutusuna yerleştirirken, “seni hatırlamayanlara sitem edersin hatırlayanlarında hediyelerini sabah olmadan çöpe atarsın.” Bu karışık duygular arasında mumu bir türlü çıkardığı pakete yerleştiremedi. Tam bu gün her şey tersine gidiyor diye düşünürken paketin içindeki bir kâğıda takıldı gözleri. Mumun içinde birde not vardı. Heyecanla çıkarıp okudu Naz, herkesin unuttuğu günde beni hatırlayan kim diyordu… Kâğıt çok güzel bir el yazısıyla yazılmıştı. Doğum günün kutlu olsun, yanında olmamın imkânı olmadığını biliyorsun. Yıllar sonrada olsa doğum günü hatırlayıp kutlamak istedim ve sana bu küçük hediyeyi gönderdim ama boşuna uğraşma o mumu asla yakamazsın, çünkü o mumda senin gibi nazlı o mumunda adı senin gibi naz… O mumu yakmaya hiçbir ateşin gücü yetmez. İbrahim’i yakan ateşi getirsen yakamazsın, o mumu tek bir ateş yakar, aşk ateşi oda bizde yok. O mumun yanması için senin beni benim de seni gerçekten sevmem lazım. Seni bilmem ama benim tüm sevgimi alıp gittiğin günden beri sana olan tüm sevgim tükendiğinden beri o mumun yanma şansı bitti. Boşuna uğraşma o mumu yakamazsın, o mum yanmaz, sen bu fırsatı yıllar önce kaçırdın. Şimdi diyorsundur içinden, kendini kandırıyorsun sevmeseydin unuturdun beni doğum günümde hatırlamazdın diye. Hayır, o mumu ne sana olan sevgimden yolladım ne de nefretimden sadece bir şeyi bilmeni istedim, bak sevginin hayattaki önemine, o olmadan bir mumu bile yakamıyorsun, onsuz bu kadar çaresizsin… Akmasın zaman, mayıs ayında dursun… Acıların en büyüğü bir cana unutulmak, Doğum günün kutlu olsun, Sana verebileceğim tek hediye, hatırlamak! Naz belleğine bir mektup daha yazmıştı… Unutmaya çalıştığı bir mektup varken onun yanına bir mektup daha eklenmişti, gecelerini bölecek olan. Bu mektup ilkinden de ağırdı. Bu mektup çaresizliğini kimsesizliğini tokat gibi yüzüne vuruyordu. İnanmadı mektupta yazılanlara, o mumu ne pahasına olursa olsun yakmak istedi. Mademki sevgiyle yanarmış bu mum, bende sevgimle yakarım dedi. Naz kendinden çok emindi o mumu yakacaktı ve onun ışığında oturacaktı. Tüm ışıkları kapattı, tüm mumları söndürdü, içerisi zifiri karanlıktı. Kararan dünyasını aydınlatmak için çaktı çakmağını, çakmak yandı, gönlü yandı, teni yandı, canı yandı ama mum yanmadı… Ne yaptıysa yakamadı o mumu, Naz o gün karanlığa mahkûmdu… Naz karanlığın ortasında ağlıyordu, kimsesiz ve çaresizdi. Yüreğinde aklından habersiz sakladığı bir sevgi varken o mumun yanmamasına akıl sır erdiremiyordu. Mehmet’in artık çok uzak da olduğundan onun sevgisini gönlünden sildiğinden habersizdi. O mumun yanması için her iki gönlünde yanması gerekmekteydi ve yanan gönül bir taneydi. Mehmet’in gönlü artık Naz için yanmıyordu. Naz durdu, elindeki çakmağı görmediği bir yere fırlattı. Vazgeçti mumu yakmaktan, yakamayacağını anladığı zaman. Karanlığın ortasında kalmış kımıldayacak gücü yoktu. Naz hatasının farkındaydı. Sevginin gücüne inansaydı şimdi sevdiğin kara gözlerinin içinde kaybolacaktı ama inanmadığı o sevgi kendisini hiç istemediği bir karanlığın ortasında yapayalnız bırakmıştı. Naz ağlıyordu, hatasına ağlıyordu, zamanın geri gelmeyeceğini bilmesine ağlıyordu, kaybettiği değerlerin büyüklüğüne ağlıyordu… Naz ağlıyordu, karanlığa ağlıyordu, çaresizliğine ağlıyordu, geçmiş yıllarına ağlıyordu… Naz ağlıyordu, oda karanlığa mahkûmdu, zaman susuyordu ve son gelen mum bir türlü yanmıyordu… Ve asla yakamayacağını artık çok iyi biliyordu… Naz hiç ağlamadığı kadar ağlıyordu. Hıçkırıklar içinde uyandı. Gördüğü rüyanın etkisinden kurtulmasına imkan yoktu. Sanki rüya değil gerçek bir yolculuktu geçmişine. Bir gece de tüm yaşadıkları tek tek hatırladı. Hatta yaşamadıkları yaşayabilecekleri bile gelip çalmıştı nazın kapısını. Naz daha evlenmemişti. Allah’tan evli değildi. Yoksa gördüklerinin sadece bir rüya olacağına asla inanmazdı. Bir an için durdu. Yoksa bunlar gerçek mi diye. Takvime baktı o gün yirmi dört mayıstı ve doğum günüydü. Hemen mutfağa koştu. Yoksa yemediği pastası duruyor muydu. Pastayı arayan gözleri bulamadığına seviniyordu. İçeri geldi aklı Mehmet deydi. Yanmayan mum gerçek miydi. Gerçekten unutmuştu sevdiği kendini. Böyle bir mum olsa acaba yanar mıydı yoksa kendini karanlıkta mı bırakırdı. Bu düşüncelerle tüm evi aradı ama aradığı mumu bulamadı. O mumu bulamamak sevindirmedi nazı. Pastayı bulamayan gönlü ne kadar sevindiyse mumu bulamayan gönlü de o kadar burkuldu. O mum her ne kadar yanmasa da yüreğini yaksa da sevdiği kendini hatırlamıştı yıllar sonra unutmamıştı. O mumun gerçek olmasını her şeyden çok istiyordu. Yanmamasına bile razıydı. Güneşin doğmasına an vardı. Gece en koyu karanlığına bürünmüştü. Nazı gizli bir el, bilmediği bir his kapıya çekti. Kapıyı ürkekçe açan naz gördüğü paket karşında dondu kaldı. Aynı rüyasındaki paketti. Heyecanla aldı içeri girdi. Odanın yanmayan ışığını yakmadı. Sokak lambasının loş ışığında açtı paketi içinde rüyasında gördüğü mumun aynısı vardı. Dün rüyasında gördüğü sevdiği Mehmet bırakmıştı o paketi. İçine de rüyasındakine benzer bir not yazmıştı. Nazın yüreği el vermedi mumu yakmaya. Yanmamasından korkuyordu. Not da yazılanlar cesaret verdi naza. Pencereden uzaklaştı. Oda zifiri karanlıktı. Muma baktı Mehmet’i hayal etti. Oda birden aydınlandı. Sanki güneş doğmuştu sanki bir bulut gülümsemişti. Kar yağmış gibi apaydınlık olmuştu oda. Bu mum yanmıştı. Rüyasındaki gibi nazı değil kendini yakmıştı. Mum yanıyordu, naz muma bakıp sevinç gözyaşları döküyordu. Nazın gözlerinde sevdiğinin yolladığı sevgisinin ispatı bir mum benliğinde de sevdiğinin yazdığı cümleler vardı. “sevdiğim, yanında olmayı ne kadar çok istediği mi bilemezsin. Sana bu mumu vermek istedim. Bu mum sıradan bir mum değil. Bu mum iki sevgilinin sevdalarını anlatan bir mum. Bu mumu herkes yakamaz. Bu mumu ancak bir birini çok seven iki sevgilinin aşkları yakabilir. O bir yanarsa bir daha sönmez. Bu mumun ateşi aşkın ateşi sevdanın ateşi. Muma sadece bak, eğer hala unutmadıysan beni bakışların yeter mumu yakmaya. Sakın korkma yanar mı yanmaz mı diye. Seni bu kadar çok severken sende beni seviyorsan korkma o mumu kimse söndüremez. Sakın korkma bu mum yanar mı diye. Sana olan aşkım bir mumu bile yakamayacaksa yazıklar olsun bana. Korkma sevdiğim o mum yanar. Senin için bir mum değil dünyayı yakarım yetmezse üstüne birde ben yanarım…” Naz uzun uzun yanan muma baktı. Artık gözünden dökülen yaşlar mutluluktandı. Sevdiğinin hayaliyle balkona çıktı. Sokak sessizdi yol sakaktan da sessizdi. Nazın gözyaşları sokağı ıslattı. Yıllar sonra iki sevgilinin benliği o yolda buluştu. Sessiz sokaktaki yolda nazın gözyaşları Mehmet’in ayak izleri vardı. O ayak izlerine düşen her bir damla mumu daha bir canlandırdı. Mum artık sanki sokağı da aydınlatmıştı. Naz tekrar girdi içeri. Aldığı en güzel doğum günü hediyesini izliyordu. Mumdan çıkan alevler oda de sessizce usul usul yayılıyordu. Naz dikkatle alevlere baktı. Alevler sanki tavana bir şeyler yazıyordu. Alevleri izleyen naz tavandaki yazıyı görünce şok oldu. O mumdan çıkan alevler tavanda “DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN, SEVDİĞİM” yazıyordu. alıntı Rüya_bir Aşk Öyküsüdür _Sıcak bir temmuz gecesiydi…Adam,gözlerini kapatan bir çift elle birlikte, balkonunda,birden etrafındaki her şeyin değiştiğini fark etmiş,ürkmez,kor- maz olmuştu gördükleri ve hissettiklerinden.İçini saran,yumuşacık esintinin yüzüne vuran sevgi hislerinde,merak içinde kalan adam,yavaşça doğrulmuştu, karanlık yalnızlığındaki oturduğu sandalyeden. _Bulundukları yer,sanki,aniden,evlerden sızan ışıkların füluğ uzaklığına çe- kilmişti.Yıldızların gümüş hüzmeli ışıltıları daha parlak,şezlonguna oturmuş gibi duran ayın,gümüş akıtmalı ışığı,daha yakın oluvermişti birden.180 katlı bir apartmanın en üst katının terasındaydılar sanki. _Heyy’’Akıllı adam,gözlerinde kaybolduğum’’!!! bak işte söz vermiştim!!!, ben geldim!!! diye duyduğu , bu sevimli bu itinası gönül okşayan sözlerle, kalbinin hızla çarpmasına alışık olmayan adam,bükük boynunun kenarına kondurulan sevgi öpücüğünün,hemen beraberinde yaşamaya başlamıştı tüm bu olanları.Arkasından adam,gözlerini sıcacık sevgi ile dostca kapatan ellere uzandı,dudaklarıyla minik öpücükler,elleriyle yumuşak dokunuşlar kondurdu onlara.O anda aldırış etmedi yanan ellerine. _Karanlığın hüznü,gecede,yumuşacık hislerin sardığı birşeylere dönü- şüvermişti.Aniden,menevişleyerek ışıltılar içinde akıp giden,aynı anda gör- dükleri bir yıldızı,tebessümle ve göz göze karşıladılar.Eskiden bir yıldız kay- dığında insanların yaptıklarını düşündü adam,ve dilek tutmuşmudur acaba? sorusu geçti aklından.Çünki kendi,iç geçirdiği hislerinin dileğini tutmuştu. _Ama işte,sonunda gelmişti O. Gelmişti,uzun uzak kirpiklerindeki kahve bakışlı sürmeli kadın. Sevgi sözcüklerinin en güzelini bulmaya çalıştığı,adına en güzel şiirleri yaz- maya çalıştığı.Ve en güzel kokuları derleyip,ve onları en güzel mavilerin kun- dağına sarıp,en hoyrat rüzgarların sırtında, heyecanla,hasretle ve mor mor yanan yıldırımlar gibi özlemle,alelacele,zaman sanki şimdi bitiverecekmiş gibi yolladığı,tarifi suskularındaki kadın,O mabed-i muhteşem kadın gelmişti işte. _Uzunca bir müddet sustular birlikte, suskularında öylece geceyi seyrettiler. Sonra kokuları,elleri ve yağmur-yağmur gözleri,tenlerinde birbirine karıştı. Zaman durmuştu ikisi için de,omuzlarındaki yıkıklık,bakışlarındaki yalnızlık yok olmuştu.Gözlerindeki uçuşan kırlangıçlar aşkı taşıyordu onlara,koklanmamış bir çiçeğin kokusunu ve tadılmamış aşkların mutluluğunu sağıyordu onlara. Öylece rüya tadında geçti gece. _Ama adam olanlara o kadar çok inanmıştıki,uyandığında aradı ellerinde, aradı gözlerinde,teninde,kabüllenmesi güç oldu,sanki hala kokusu oracıktaydı Öylece durdu,ve yüreğini yokladı, anladı adam, ``ARTAKALANLAR YALNIZCA BİR TEBESSÜMDÜ``. Ama zaten inanmak çok güçtü, çünki seçici oydu, O mabed-i aşkı,O birtanecik biriciğiydi. alıntı
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol